10 Mayıs 2009 Pazar

PART I - Başlamak

 Bu yazımda müzikalite veya müziğin kendisi hakkında değil de yapım sürecine başlamak isteyen arkadaşlar için bir kaç deneyimimi paylaşacağım bir şeyler yazmak istiyorum. Herkesin hayalini kurduğu şeyleri deneyim etmemiş olsam da en azından bir görüş daha kazandırabilirsem okuyuculara ne mutlu bana...

 Öncelikle bu konudaki yazılarımı PART I-II-III diye devam ettireceğim. Ama eski yazdıklarımın da devamı aynı şekilde devam edecek. Küçük dipnottan sonra başlıyorum.

 Elektro gitarı ilk edindiğimizde yanında bir de muhtemelen bir prosesör veya bir amfi de edinmiş oluyoruz. Ben her ne kadar yıllarca amfisiz veya herhangi bir çıkış olmaksızın kuru kuru gitar çalışmış olsam da, genel durum böyledir. Aklımıza gelen ilk şey albümlerden dinlediğimiz tonların aynısını gitarımızdan ve ekipmanımızdan çıkartmaya çalışmaktır. Ancak kulağın seçiciliği denen konseptin daha hiç oturmamış arkadaşlar ki bunu herkes yaşıyor, bu durumda uzun süreçli bir afallama yaşıyor. Gitarımızın yanında bir adet Digitech RP50 alınmış oluyor. Metal müziğe baş koymuş insanlar benim de yapmış olduğum gibi, gain olayını kökledikçe daha metal ve daha uygun bir sound yakaladığı hissini kapılır çünkü sert ve fazlası ile 'distort' olmuş bir sestir. Ama bu büyük bir yanlıştır. Bunun sebeplerinden biri, sevdiğimiz bir parçayı eşlik etmeksizin çalmaya çalıştığımızda albümden dinlediğimiz halin saf bi şekilde bize geldiğini inandırmak için basları da midleri de tizleri de gereğinden fazla açarız. Kayıtlarda 2 ve daha fazla gitarın yanında bir bas gitar ve bas sesi güçlendiren davulun cross'ları mevcuttur. Ve bu kayıtlarda tek gitarın sahip olduğu gain seviyesi ancak bir şeyleri kaydetmeye girişildiğinde aslında düşük şeyler olduğu anlaşılan değişkenlerdir. Daha açık olmak gerekirse, ilk zamanlardaki tonu 'güzel' ton olarak belirlemiş bir kişi, bunu referans alarak kayıtta daha 'kötü', yani daha kuru, sustain yoksunu, ve çiğ bir ton yakalamak durumundadır. Bu çiğ ton ile bir şeyleri kaydetmeye çalıştığımızda da, o evde kendimize çektiğimiz tonla çaldığımızda örtbas ettiğimiz hataların delilercesine gözümüze çarptığını görünce büyük bir hayal kırıklığı da kaçınılmaz olmaktadır. Denecek şey şudur ki eğer yeni başlanmışsa bu işe, gitara ton çekme konusunda biraz idealist olunmalı, ve hataları ortaya çıkaracak, ne fazla ne de eksik drive'lı tonları kullanmaktan uzak duralım. Mesela metal parçaların kaydında kullanılan tonların aslında yalnız başlarına iken ne kadar zayıf kaldıklarına görmek için Soilwork - Sworn to Great Divide parçasını gözlemlemenizi tavsiye etmekteyim.

 Ton işi halloldu ve ilk sahne deneyimlerinden biri yaşanacak. Heyecan dorukta, ve muhtemelen 2 gitaristin olduğu bir grupta çalmaktasınız. Kendinizi duymak uğruna daha monitörler bile ayarlı değilken, tonunuzu o şekilde en fazla kendinizi duyacak şekilde ayarlamanız asrın hatası olabilecek niteliktedir. Monitör denen olay, seslerin dışarıya dengeli bir şekilde gitmesi için ayarlanmasından sonra, sahnede kendinizi ve grup arkadaşlarınızı duyarak çalabilmeniz için gerekli olan referans kaynaklarıdır. Kendi sesinizi köklemenin hiçbir faydası olmayacağı gibi fazlası ile zararı olacak, monitörden gelen sinyalle birlikte feedback yapacak ve hiçbir şey duymadan korkunç bir sahne deneyimi yaşayacaksınız. Ego veya bilinçsizliği bir kenara bırakmak açısından, bahsettiğim değişkenleri göz önüne almak hayati bir önem taşımaktadır. Burada monitörler, dışa giden genel sesi ayarlayan tonmeister ile iyi iletişim kurabilmenin öneminden bahsetmek gereksiz, çünkü o iyi olmazsa hiçbir şeyin iyi gitmesi için bir sebep yok.

 Bir dahaki yazımda pedallar, efektler ve işlevlerini kendi çapımda yaşadığım deneyimlerimle açıklamaya çalışacak, ve sizi bu konu hakkında bir kaç görüş sahip yapmayı planlamaktayım. Bilinçli ve 1 kere düşünülen şeyi 10 kere düşünecek kadar idealist davranacak müzisyenleri çevremde görmek dileğiyle hepinize iyi geceler.

Porcupine Tree - Hatesong

Dinleyiniz.